Şizofreni... Şizofreni...
|
İyileştirici bir araç ve/veya pekiştireç olarak mekan:
“Mavi At Kafe/Kültür-Yaşam Ortamı” Haldun Soygür “Her bireyin çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır. Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır. Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma araçlarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır. Herkesin menfaatlerinin korunmasi için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.” İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 23 Herhangi bir Türkçe sözlüğü açıp iş kavramının tanımına baktığınızda şu türden açıklamalarla karşılaşırsınız: Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma; bir değer yaratan emek; birinden istenen hizmet veya birine verilen görev; herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma; geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek. Bir mesleki faaliyet olarak iş kavramının geleneksel tanımları, bireyin çoğunlukla başkaları tarafından çizilmiş sınırlarda yetenek ve muhakemesini kullanarak bir etkinlikte bulunmasına ve emeğinin karşılığı olarak bir ücret almasına vurgu yapar. Çalışmak, yaşamdan doyum sağlamanın bir aracıdır. Çalışmak, toplumsal aidiyet ve bireysel özgüvendir. Çalışmak ve bir iş, bize kim olduğumuzu söyler ve diğer insanlara da kim olduğumuzu söylememizi sağlar. Birisiyle tanıştığımızda sorduğumuz ilk sorular, genellikle isim, memleket ve yapılan iştir.. Her ne kadar iş herkes için önemliyse de, ruhsal hastalığı olan kişilerde özellikle önemlidir. Bu kişiler işsizliğin getirdiği varoluşsal ve kimliğe ilişkin olumsuz etkilere karşı daha da duyarlıdır. Ruhsal hastalığı olan kişilerde toplumsal izolasyon en önemli soruınlardan birisidir. İş toplumsal ağları geliştirmede uğraşı terapisinden çok daha etkilidir. Çalışıyor olmak bireyin yaşam kalitesini arttırır. İş bireyi topluma bağlayan bir olgudur. Ruhsal sorunları nedeniyle zaten toplumdan dışlanmış olan bireyin dışlanmışlığı işsizlik nedeniyle daha da artar. İşsizlik erken ölüm dahil olmak üzere, genel sağlık sorunlarındaki artışla da ilişkilidir. İşsizik ile, ruh sağlığı sorunları ruhsal hizmetlerden daha fazla faydalanma ve özkıyım riski arasında özellikle güçlü bir ilişki vardır. Şizofreni hastaları iş alanında sayısız güçlükle karşı karşıyadır. Öncelikle, hastalık çaşışabilmek içib başlı başına bir sorun oluştururken, hastalığın kısmen ya da büyük ölçüde tedavi edildiği hastaların karşısına bu kez de toplumun olumsuz ön yargıları ve çeşitli düzeylerde düzelme veya iyileşme gösteren bireyler için damgalanma öne çıkar. Dünyanın en üretken insanı olsanız bile, adınız şizofreni ile birlikte anılıyorsa şansınız neredeyse yok gibidir. Nevrotik hastalıkları olan kişilerde belirgin işsizlik düzeyi ve hastalıkları nedeniyle işe gidememe ortaya çıkabilir. Ancak uzun sütreli ruhsal hastalığı olanlarda işsizlik düzeyi özellikle yüksektir. Dahası bu grup bedensel ya da duyusal engelleri olan kişilere göre ekonomik açıdan çok daha az aktiftir. İngiltere verilerine göre, çalışma yaşında olan kişilerde ruhsal hastalığı olanların oranı % 8’dir. 2000 yılında bu grubun %18’inin işsiz olduğu saptanmıştır. Ruhsal bir sorun dışında başka nedenlerle engelli olan kişiler için oran % 84 olarak bulunmuş, bunların % 52’sinin işsiz olduğu bildirilmiştir. Psikotik hastaların ancak beşte biri bir işte çalışmaktadır. Bu oran zaman içinde de değişmemektedir. Londra çalışmasında bu hastaların işizlik oranı 1990 larda % 88 iken, 1999da %96’ya çımıştır. Bu artış aynı dönemde işsizlik oranlarındaki düşüşe rağmen gerçekleşmiştir. Bu düşük istihdam oranları ciddi ve süreğen ruhsal hastalığı olan kişilerin % 30-40’ının bir işi sürdürebilme yeteneklerine sahip olmalarına ve çoğunun bir tür istihdam içinde olma isteklerine rağmen elde edilen bulgulardır. İş sahibi olabilen veya hali hazırda bir işi olan hastalar bile damgalanmadan etkilenebilirler. Amirleri, onların ruh sağlığı tedavisi görmekte olduklarını öğrendiğinde kendilerini rütbeleri düşürülmüş veya daha az sorumluluk gerektiren pozisyonlarda bulabilirler. Psikiyatrik bozukluğu olanlar için, iş ortamı yabancılaşma ve soyutlanma deneyimine dönüşebilir, bu da hem işi hem de iyileşmeyi zor hale getirir. İş yerinde damgalanmamak için seçilen yol, hastaların psikiyatrik bozukluklarını iş verenlerinden ve iş arkadaşlarından saklamak olmaktadır. Ne yazık ki bu çözüm beraberinde birçok ek stres getirmektedir. Birçok hasta, hastalığı ve tedaviyi saklamak için özenle yollar hazırlamaktadır; işveren tarafından sağlanan sigortadan yararlanmak yerine tedavi masraflarını ceplerinden karşılamak, tedavi görmek için yaşadıkları toplumdan kilometrelerce uzağa yolculuk yapmak ve terapistlerini görmek için işte bulunmadıkları zamanlara kabul edilebilir mazeretler repertuarı hazırlamak gibi... Bunların da ötesinde bu kişiler biri onların sırlarını anlayacak ve bunun sonucunda da mesleki olarak irtifa kaybedecekleri ve ayrımcılıkla yüz yüze gelecekleri kuşkusuyla sürekli bir endişe içindedirler. Böylece ruhsal hastalığın yükünün yanına bir de sürekli olarak açığa çıkmanın endişesi eklenmektedir. Ayrıca, işyeri damgalanması ve ayrımcılıktan kendilerini koruma ihtiyacı, ruhsal bozukluklarla mücadele edenleri, tam olarak iyileşmeleri için ihtiyaçları olan birçok destekten de mahrum bırakmaktadır. Daha da önemlisi, rahatsızlığını saklayanlar işverenlerinden, randevuları için izin veya iş arkadaşlarından da hastalıklarının zor zamanları için gerekli olan duygusal destek gibi muhtemel yardımları talep edemezler. Ne yapmalı? Ruhsal rahatsızlığı olan insanların yetenekleri ve potansiyelleri hakkındaki beklentilerimizin mutlaka değişmesi gereklidir. Ruh sağlığı alanında çalışanlar bile, bazen ciddi ruhsal rahatsızlığı olanların, rekabete dayalı bir işle baş edebilecek kadar iyileşemeyecekleri gibi modası geçmiş düşüncelere tutunmaktadırlar. Oysa örnek araştırmalar göstermektedir ki, artık, ilaç tedavisindeki gelişmeler ve finansal açıdan yeterli ölçüde desteklenen bireyi merkez alan toplum programları sayesinde, ciddi ve sürekli ruhsal hastalığı olanlar için bile, başarılı ve uzun süreli istihdam akılcı bir hedef olmuştur. İşverenlerin ruhsal hastalıklar konusunda eğitilmesi gereklidir. İşverenlerle bir araya gelmek, konuşmak ve psikiyatrik etiketlerin bize bir insanın kapasitesi, arkadaşlığı, yaratıcılığı veya iş başarısı hakkında çok az şey söylediğini anlatmayı başarmalıyız. Onlara, ruhsal rahatsızlığı olan insanların büyük çoğunluğunun -buna şizofreni hastaları da dahildir- tehlikeli ve saldırgan olmadıklarını anlatmayı başarmalıyız. İşverenleri, ruhsal rahatsızlığı olanların da güvenilir ve üretken işçiler olabileceklerini gösteren araştırmalardan haberdar etmeliyiz. Tıpkı ırka ve cinsiyete dayalı işe almama gibi, sadece ruhsal rahatsızlığı olduğu için veya psikiyatrik tedavi gördüğü için birini işe almamak ayrımcılık olduğunu herkese anlatabilmeliyiz. İş yerinde ruhsal rahatsızlığı olan insanlara esnek çalışma saatleri, çalışma ortamının uygun hale getirilmesi, tedavi randevüleri için izin verilmesi gibi olanaklar sağlanması için uğraş vermeliyiz. Ruhsal rahatsızlıktan iyileşmekte olan iş arkadaşlarımıza, herhangi başka bir hastalıktan iyileşmekte olan meslektaşlarımıza nasıl davranıyorsak öyle davranmalıyız. Onlardan kaçınmamalı ve onları dışlamamalıyız. Nasıl olduklarını, hastalıklarını, tedavilerini sormakta tereddüt etmemeliyiz. Eğer bir süreliğine işe gelemediyseler, onları tekrar aranızda görmekten mutluluk duyduğumuzu belirtmeliyiz. Şizofreni hastalarının iş için hazırlanmaları, gerekirse bunun için eğitim almaları, korumalı ya da destekli iş olanaklarına ve nihayet rekabete dayalı işlerde yeteneklerine göre çalışabilme haklarına salt kağıt üstünde değil yaşamın içinde sahip olabilmeleri için başta ruh sağlığı çalışanları ve şizofreni dostları olmak üzere herkes sosyal devleti sorumluluklarına davet etmek için çaba sarfetmelidir. Biz ne yaptık? Mavi At Kafe/Kültür-Yaşam Ortamı Şizofreni Dernekleri Federasyonu olarak Haziran 2009’da kolları sıvadık ve “Mavi At: İstihdamdan Toplumla Bütünleşmeye” Projesi’ni başlattık. İstedik ki, tedaviden yarar gören ve tedavisi sürdürülen şizofreni hastalarına olanak sağlanırsa çalışabieceklerini cimle alem görsün. İstedik ki, bir şizofreni hastası kimliğini ifade ederken, çalıştığı yeri gururla söyeleyebisin, duyduğu hazzı ve ve çalışmanın gücünü iliklerinde hissetsin. İstedik ki, şizofreni hastalarının yakınları , umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik duygularından arınıp, sadece kendi hastalarının değil diğer hastaların da dostu olsunlar. İstredik ki, bir üniversite öğrencisi sevgilisi iel kafeye geldiğinde ve hastalar tarafından ağırlandığında, aslında birbirimizden çok da farklı olmadığımızı yaşayarak hissetsin. İstedik ki, hayata ve şizofreni ile ilgili olumsuz önyargılara karşı bu meydan okuyuşumuz toplumu oluşturan bireyler tarafından anlaşılsın. Kafenin kuruluşu ve mekanın donanımı için Biofarma İlaç destek verdi. Herkese açık olan kafede yirmi şizofreni hastası dörder saatlik vardiyalarla servis, mutfak, temizlik olaral üç landa çalışmaya başladı. Kafede ayrıca birisorumlu hasta yakını olmak üzere ruh sağlığı sorunu olmayan dört kişi daha istihdam edildi. Hasta yakınları ve gönüllülerden oluşan bir grup ise, her zamanki yakın iş birliğini sürdürdü. Kafede sumulan hizmetlerin yanı sıra, üreticilik ve yaratıcılık içeren etkinlikler de düzenlendi. Film gösterimleri, yazarlarla imza ve söyleşi günleri, müzik dinletisi, ikinci el kitap satışı, hastaların ürünlerinin satışı gibi etkinliklerle kafe bir çekim merkezi haline getirilmeye çalışıldı. Ön çalışma ve haırlık süreci dışında bir yıl olarak planlanan proje üç yıla uzatıldı, önümüzdeki bir yıl içinde proje her açıdan amacına ulaşırsa, “kendi kendini devam ettirebilme” olanağı kazanacak; projenin yaşama geçirilmesindeki güçlükler aşılamaz ve proje başarısızlıkla sonuçlanırsa, bu deneyim hepimiz için ciddi bir özeleştiri yapma ve kendimizi gözden geçirme sonucunu doğracaktır. Kafenin ilk bir buçuk yılı olağanüstü bir özveri ve çaba gerektirmesine karşın, ilk sonuçlar umut verici olmanın ötesinde neredeyse göz yaşartıcı olmuştur. Çalışan hastaların gözle görülür olumlu değişimleri projeye omuz veren herkesin motivasyonunu daha da arttırmıştır. Bir gün Mavi at Kafe, hayatın doğal bir parçası olduğunda, semt sakinleri artık şaşırmamaya başladıklarında; kafeyi köşedeki bakkal, yandaki terzi, ötedeki galeri gibi aynı olağanlıkta algılar oldujklarında; kafenin önünden geçenler fısıltıyla birbirlerini dürterek “burada deliler çalışıyormuş” demediklerinde gerçek amacımıza ulaşmış olacağız. Hani insanlar bir devlet dairesinden veya bir hastaneden içeri girdiklerinde “sanki orası hep vardı” duygusuyla, içeridekileri sorgulamadan sadece iş ya da beklentilerine odaklanırlar ya, o sıradanlıkta işte... Hani insanlar her gün koşturdukları caddenin adını bile sorgulamazlar, caddeyi olağanlık içinde kullanırlar ya, o sıradanlıkta işte... Bizim için asıl mutluluk o gün olacak... |